SEYHAN SİNCAR

BİLDİĞİMDİR ACITAN

Korkularımla yüzleşip, onları alt etmek! Ya da öyle bir sanrının yarattığı düşünce girdaplarında olmak. Ve bu düşüncenin merkezlenmesi; kanıksanıp sorgulanmaz oluşu.

Oysa farkında olsak da olmasak da biz aslında korkularımızdan bir ölçüde kaçıyoruzdur.  Korkularımızla karşılaşmadan sürekli onlardan kaçarak yolumuza devam etmek ve o çok korktuğumuz, bir o kadarda vazgeçemediğimiz korkularımızdan kopamıyoruz. Korkunun neye ya da kime duyulduğu çok fazla önemli değildir aslında. İnsan kendine korkmak için her zaman bir neden bulmakta gecikmez ve bulduklarının ardına ustalıkla gizlenir. Korktuğunu dile getirmek ya da bunun farkına vardığını ifade etmekte korkudan bir sıyrılmanın bir habercisi olmuyor. Ve çok rahatlıkla korkularla ilgili yaşamın temeli ile ilgili yazmakta aslında tam olarak ifade etmiyor. 

Tam siz hah!.. Işte! 

 

- Bak!.. Bu adama anlamış ve ne güzel dile getirmiş... 

dediğiniz anda bakıyorsunuz ki bu insanında yaşadığı sizinkinden çok da farklı değil...

Ne yani?!.

Siz, oturup bunları yazanların, ifade edenlerin hiçbir sorun yaşamadığını mı sanıyorsunuz? 

Elbette yaşıyorlar. Ve elbette yaşayacaklar. Sizlerde yaşayacaksınız. Veya bu sorunları kendileri de yaşıyor diye bu insanların yazdıkları yanlış olarak mı değerlendirilmeli?! 

Kaçışlar!..

Yanlışlar!..

Olmazlar!.. 

 

Peki ya! İlk kaçış nasıl oldu? İlk olmaz? Ya da olamaz? Olmamalı ne zaman ortaya çıktı. Sorunlarla yüzleşmek. Ve karşısında duramayarak kaçmak!.. Kaçacak yer kalmadığında ne olur peki? Aslında yadsıdığımız ve kabullenmediğimiz, yadsıdığımız kaçışlarda yeni alanların oluşumunu sağlar çoğu zaman. Kaçanlar ve onların kaçtıklarının üzerine gidenler ve sonuçta ortaya çıkanlar...

Biz hep korktuk. Neden olduğunu bilmeden korkularımızdan ve hatta korkacak bir şey kalmadığında korkmaktan korktuk. Ne zaman geçip bir aynanın karşısına kendimizle yüzleştik. Ya da boyutları hiçte önemli olmayan bir kağıt parçasını elimize alarak içimizi döktük. İçimizdeki çatışan, korkan, saldıran, çekinen, sevinen, üzülen, hep diri olma çabası içinde olan yanlarımızı hiçbir süzgeçten geçirmeden (geçirmeyi düşünmeden) olduğu gibi çala kalem döktük…

 

...Hiç oturup düşünmem ne yazacam ya da ne yazmalıyım diye! 

Yazıya başlamadan farklı bir şey düşünür. Başladığımda farklı bir şey yazmaya başlar; bir refleks olarak başladığım yazı içerisindeki yolculuğumu sürdürürken sayısız farklı şey düşünüp akıl, ruh ve kalp süzgecimden süzülüp geçenleri farkında olmadan kaleme dökerim. Bu yolculuğum sırasında “dünyacılar”dan uzak, kendi kendime hatta, belki de kendimden de uzakta başlıyorum bu düş alemindeki gezintiye. Bu aralar çok fazla düş alemindeyim. Dünyada, dünyacılar arasında neler olup-bitiyor? Peki ya, ben bu olayların neresindeyim? 

Bir dostun zamanın birinde dediği gibi “Dünyacıları anlayamamak” gibi bir şey her halde benimkisi. 

Şu uykusuzlukta olmasa!..

Ve her gün şu anlayamadığım dünyacıları düşünmeyi bırakıp, 2-3 saatliğine de olsa bir uyuyabilsem. 

Saat: 01:59!..

Gözümü kapatsam ve 04:00 ya da 05:00 bile olsa olurdu. Bu zaman dilimince uyusam... uyusam... uyusam...

Belki de uyusam gözlerim daha iyi çalışır ve çevremdeki dünyacıların gözlerini daha iyi okuyabilirdi. Ya da çevremdeki gözleri daha iyi okuyabilsem belki de o zaman bu kadar sık uyanık olarak düşler aleminde yolculuğa çıkmaz ve çıktığım o uzun ve dönüşü güç yolculuklar yerine uykuya zaman ayırabilirdim. 

Açıkçası belki de aslında ben ne istediğimi bilmiyorumdur. Yada kendimi yeterince iyi dinlemiyor, anlamıyor, anlayamıyorumdur!?.

Ve aslında birçok sorunun cevabı da burada!..

“Dünyacılaşmak”tansa, 

Bildiğimdir Acıtan...

Acı yaşamın aynasıdır. 

Ne kadar biliyorsan! 

O kadar canın yanar... 

 

Kişiyi kişi yapan sadece erdemleri değil, kusurlarıdır da...

Çünkü, “Erdemler ortaktır ama kusurlar kişiseldir.”

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri