- 28 Eylul 2025 - DİJİTAL TUTSAKLIK
- 20 Eylul 2025 - Sessiz Enflasyon: Hayatlarımızdan Çalınan Zaman
- 10 Eylul 2025 - KIRILAN ZAMANIN ADI: FİLİSTİN
- 10 Eylul 2025 - ÇARESİZLİĞİN DİLİ: KONKORDATO
- 30 Agustos 2025 - Dicle’nin Sessiz Çığlığı
- 04 Nisan 2025 - Çarklar Dönüyor Ama Nereye?
- 10 Mart 2025 - FAİZ İNDİRİMİ SONRASI KONUT PİYASASI: RAKAMLAR NE SÖYLÜYOR?
- 12 Aralik 2023 - Batman'da Kiralık Daire Fiyatlarında Düşüş Bekleniyor
- 31 Ekim 2023 - Felsefe ve Doğru Yaşam: Düşünce ve Eylemin Derin Etkileşimi
- 07 Eylul 2023 - İKİNCİ ELDE YETKİ BELGESİ DÖNEMİ
- 07 Agustos 2023 - Çare(SİZ)siniz!?
- 17 Temmuz 2023 - BİLDİĞİMDİR ACITAN
- 13 Haziran 2023 - EKONOMİDE YENİ DÖNEM VE MEHMET ŞİMŞEK!
- 09 Mayis 2023 - SEÇİME GİDERKEN SON KULVARDA
- 01 Mayis 2023 - KENTSEL DÖNÜŞÜME DOĞRU YAKLAŞIM NASIL MI OLMALI?
- 24 Nisan 2023 - KONUT SEKTÖRÜ SORUNLARI

SEYHAN SİNCAR
Gençliğin Çaresizliği: Gelecek Bekleyemez
Bir ülkenin en büyük mirası, geçmişte bıraktıkları değil, geleceğe yetiştirdikleridir. Bizse, bu mirası kendi elimizle savuruyoruz.
Bugün Türkiye’de gençlik yalnızca yoksulluğun değil, umutsuzluğun kuşağı haline geldi. İşsizlik oranları tabloların soğuk yüzünde birer rakam olarak duruyor; ama o rakamların ardında bir genç kızın, bir delikanlının, bir anne babanın sessiz iç çekişi var. Üniversite mezunu her dört gençten biri işsiz. Geri kalanlar ya vasıfsız işlerde çalışıyor ya da gitmenin yollarını arıyor. Artık hayal kurmak bile döviz cinsinden bir lüks.
1960’larda köylerden Avrupa’ya gidenlerin valizinde bir çift çizme, bir paket tütün, bir avuç umut olurdu. Sirkeci Garı’ndan kalkan trenler, Almanya’ya “misafir işçi” taşıyordu: bileğinde nasır, cebinde dönüş bileti. O kuşağın göçünü, fabrika düdüklerinin sesi, döviz mektupları ve izin zamanı memlekete getirilen radyo-teypler simgelerdi. Gidenler emeğini satıyordu; “burada biraz çalışır, para biriktirir, döner ev yaparız” hesabı vardı. Bugün giden gençlerse zihinlerini kiralıyor. Diplomalar, yazılım dilleri, laboratuvar deneyimi, tasarım portföyleri… Dönüş hesabı yok; çünkü dönüş artık coğrafi bir kavram değil, duygusal bir ihtimal. Dönseler de aynı ülkeye dönemeyeceklerini, bıraktıklarıyla dönecekleri arasına derin bir uçurum girdiğini biliyorlar.
Bir zamanlar “gurbet” kelimesi acıyla anılırdı, bugünse kurtuluşla. Bu dönüşümün en acı tarafı, umut ile ihaneti birbirine karıştırmış bir neslin büyümesidir. Çocuklar artık “ne olacağım” değil, “nerede olacağım” diye soruyor. Gelecek planı, ülke sınırlarının dışına taşmış durumda. Sınav sistemine, işe alım süreçlerine, torpil haberlerine, liyakatsizliğin sıradanlaştığı bir düzene inanç kalmadı. Bir tarafta “başarı hikâyeleri”nin parıltılı vitrinleri; diğer tarafta, iyi okulları bitirmiş ama karşılığını göremeyen, mesleğini sevse de mesleğine küstürülen bir kalabalık.
Köydeki anne hâlâ pirincini, buğdayını saklayarak idare ederdi; şehirdeki genç ise artık kredi kartı limitini son kuruşuna kadar harcayarak yaşar. Eskiden kıtlık, sofraya konan ekmeği azaltırdı; şimdi kıtlık, umut payını küçültüyor. Çünkü bu çağda açlık karınla değil, kalple ölçülüyor. KYK borcu olan bir genç, daha iş bulmadan borçlu doğuyor; stajda harcadığı emeğin karşılığı çoğu kez “tecrübe” sözüyle geçiştiriliyor. Geçinememek değil, fark ettirmemek hâline dönüşen hayatlar… Ekranlarda ışıltılı bir özgüven, evin içinde sessiz bir yorgunluk.
Ama daha acı olan, bu borcun psikolojik hale gelmesidir. Gençler artık geçinememenin değil, fark ettirmemenin mücadelesini veriyor. Herkes birbirine “iyiyim” derken biraz daha batıyor. Enflasyon oranlarını tartışıyoruz; oysa görünmeyen enflasyon, gençliğin inancında yaşanıyor. Değerini kaybeden şey para değil, geleceğe güven duygusu. Sosyal medyada “herkesin” yurt dışında “başardığı” bir dünyada, burada kalmak, sanki kendi kendini cezalandırmak gibi gösteriliyor. Oysa ayıp, ülkenin en dinamik kesimini çaresizliğe mahkûm eden sistemde.
Gelecek otobüsü kalkıyor; biz gençleri yolcu olarak değil, bagaj olarak koyuyoruz. Umutlarını bagaj etiketleriyle numaralandırıyoruz. Her biri bir bavulun içinde sıkışmış, havaalanlarının floresan ışıkları altında bekliyor. “Schengen” artık bir coğrafya değil, bir umut ölçüsü. Red mektupları yalnızca pasaportlara mühür vurmuyor; kalplerin üzerine de damga basıyor.
Bugünün göçü bir “kaçış”tan ibaret değil; kolektif bir tecrübeye dönüştü. Yazılımcıların Berlin’e, tasarımcıların Amsterdam’a, akademisyenlerin Toronto’ya, hemşirelerin Londra’ya dağıldığı bir harita… Her giden, ülkenin sinir ağından kopan bir nöron gibi. Biz ise “yerine birileri gelir” diyerek, beynimizin kendi kendini tüketmesine seyirciyiz. Bu yalnızca ekonomik kayıp değil; hafıza kaybı. Çünkü bir toplum, gençliğinin hayalleri kadar hatırlar, hayalleri kadar yaşar.
İşte bu yüzden biz, birkaç inatçı yürek olarak GEPDER’i – Gençlik Eğitim ve Proje Derneği’ni kurduk.
Batman Üniversitesi’nden değerli hocalarım Doç. Dr. Hamza Şimşek ve Dr. Sidar Atalay Şimşek’le birlikte çıktığımız bu yolda, amacımız sadece bir dernek kurmak değildi.
GEPDER, gidenlerin ardından el sallamak için değil, kalanlara nefes olmak için doğdu.
Biz bu ülkenin gençlerine yalnızca burs, eğitim ya da proje desteği sunmak değil, bir anlam duygusu kazandırmak istiyoruz. Çünkü insan, geleceğe yalnızca iş bulduğunda değil, anlam bulduğunda bağlanır.
Örneğin, Batman'ın sanayicileriyle gençlerimizi bir araya getirecek bir mentörlük ağı kurarak veya onlara geleceğin meslekleri olan kodlama ve dijital pazarlama gibi alanlarda ücretsiz atölyeler düzenleyerek bu yolu açacağız. Bu ağ, yalnızca iş bulma imkânı yaratmayacak; aynı zamanda “burada da yapılır” duygusunu besleyecek. Gençlerin kendi şehirlerinde üretebildiğini görmesi, en güçlü karar değiştirme nedenidir. Çünkü kök salmak, maaş bordrosuyla değil, aidiyetle mümkündür.
Burada durmayacağız. Yerel işletmelerle staj–istihdam köprüleri, sosyal girişim fikri olan gençlere mikro tohum destekleri, üniversite–sanayi iş birlikleri için proje kuluçkaları kuracağız. Tersine mentorlukla, deneyimli kuşakların bilgeliğini gençlerin dijital sezgileriyle buluşturacağız. Mezun göçünü tamamen durduramayız; ama gidenlerin bilgi ve ağlarını “memlekete bağlayan” bir döngü kurabiliriz. GEPDER’in bir ayağı Batman’da, diğer ayağı dünyanın neresinde gençlerimiz varsa orada olacak; diaspora deneyimini “gitmek”ten “getirmek”e çevireceğiz.
Bizim için gençlik bir demografik veri değil, bir vicdan meselesidir.
Bir ülke, gençlerini ne kadar “tutabiliyorsa” o kadar güçlüdür.
Biz, o tutunacak dala dönüşmek istiyoruz. Kâğıt üzerindeki istatistikleri, yaşayan umutlara çevirmek; “gidecek yerim yok” diyen bir gence, “kalacak nedenin var” diyebilmek için yola çıktık. Çünkü biliyoruz: Gençler, yalnız iş aramıyor; yer arıyor, yol arıyor, yoldaş arıyor.
Gelecek otobüsü kalkıyor. Biz, gençleri bagaja değil, direksiyona oturtmak istiyoruz.
Onlar gitsin ama geri dönülecek bir ülke kalsın.
Çünkü geleceğin bir adresi olmalı.
Ve o adres, bu topraklarda yeniden filizlenmeli.
Umut, ithal edilemez.
Ve hiçbir pasaport, insanın içindeki ışığı damgalayamaz.
Bu yüzden GEPDER’in en büyük projesi aslında tek bir cümledir:
“Gelecek beklemez, biz geleceği inşa ederiz.”
Henüz Yorum yok