SEYHAN SİNCAR

SİSİN ARDINDAKİ TETİK:

GÖRÜŞ MESAFESİ 30 METRE, VİCDAN MESAFESİ KAÇ METRE?

 

Batman’ın üzerine günlerdir ağır bir sis çökmüş durumda. Sabah evden çıkarken ilk fark ettiğimiz şey, havanın soğuğu değil; gözümüzün 30 metreden ötesini seçememesi. Sokak lambaları birer silik nokta, arabaların farları havada asılı kalmış beyaz çizgiler gibi. Şehrin üstüne çöken bu sis, sadece meteorolojik bir hadise değil; sanki toplumsal halimizin de fotoğrafı:

Görüş mesafemiz azaldı.

 

Ama asıl tehlike, gönül gözümüzün körleşmesi.

Tam da böyle zamanlarda, haber bültenlerinde arka arkaya aynı cümle:

“Bireysel silahlanma… tartışma… kavga… bir anda silahlar çekildi… 2 ölü, 3 yaralı…”

Birkaç saniyelik bir spot, birkaç saniyelik “vah vah”… Sonra sıradaki habere geçiliyor.

Sis dağılıyor gibi yapıyor ekran, ama bizim üzerimize çöken görünmez duman daha da yoğunlaşıyor.

Bugün Türkiye’de bireysel silahlanma, bir “güvenlik” meselesi gibi sunuluyor çoğu zaman.

“Malımı korurum.”

“Ailemi korurum.”

“Her ihtimale karşı evde dursun.”

Oysa rakamlar çok başka bir şey söylüyor.

Silahlı şiddetle mücadele eden sivil toplum örgütlerinin 2024 tarihli raporlarına göre, sadece bir yılda Türkiye genelinde 3.801 silahlı olay yaşandı; 2.370 insan öldürüldü, 3.829 kişi yaralandı.

Bu, küçük bir savaşın bilançosu.

Aynı alanda çalışan kurumların tahminlerine göre Türkiye’de 4 milyon civarında ruhsatlı, bunun 9 katı kadar da ruhsatsız silah bulunuyor; yani yaklaşık 40 milyona yakın silah.

80 küsur milyonluk bir ülkede, neredeyse her iki kişiye bir silah düşüyor.

Her dört kişiden birinin elinin tetiğe değme ihtimali var.

Sisin içinden yürüdüğünüzü hayal edin.

Karşınızdan bir siluet geliyor.

 

30 metre sonra görüyorsunuz yüzünü.

Ama o, belki cebindeki silahı siz yüzünü görmeden çok önce yokladı.

Bugün internetten bir çift ayakkabı sipariş eder gibi, 'av malzemesi' adı altında pompalı tüfek sipariş edilebilen bir ülkede yaşıyoruz. Kurye kapıya 'kargo' değil, aslında potansiyel bir cinayet aleti bırakıyor.

Meteoroloji “görüş mesafesi 30 metre” diyor. 

Ama! asıl mesele şu:

Biz, bu kadar silahın dolaştığı bir ülkede, birbirimize kaç metreden bakabiliyoruz?

Bireysel silah, çoğu zaman “erkeklik”le paketleniyor. Mafya dizileri, klipler, sosyal medya videoları… Beline silah sıkıştırıp aynanın karşısında poz veren gençler… Silah, bir “özgüven protezi”ne dönüşmüş durumda. İçeride boşluğu olan, dışarıda namluyla doldurmaya çalışıyor.

Oysa istatistikler, silahı olanın daha güvende değil; aksine daha savunmasız olduğunu gösteriyor. Silahlananların, silahsızlara göre öldürülme ve öldürme riskinin kat kat yüksek olduğuna dair çalışmalar, bu çıplak gerçeği tekrar tekrar önümüze koyuyor.

Yani evine, dükkânına “güvenlik” diye koyduğun şey, aslında seni tabuta daha yakın bir noktaya taşıyor.

Ama biz bu gerçeği görmek yerine, sisin içinden yürür gibi davranıyoruz:

“Bana bir şey olmaz.”

“Tetiği çekmem ki.”

“Çekersem de hak edene çekerim.”

Oysa tetiğe dokunan el, çoğu zaman öfkenin en yüksek, aklın en düşük olduğu anda hareket ediyor.

Eskiden kavga diye bildiğimiz şey, yumrukla başlar, bir-iki tekmeyle biterdi. Mahalle aralarında “kavga çıktı” denildiğinde insanlar araya girer, “ayıp” diye ayırırdı. Şimdi aynı cümle şöyle kuruluyor:

“Kavga çıktı, taraflar silahlarına sarıldı…”

Dikkat edin, hiçbir zaman “kavga esnasında, herkes bir anda kitaplarına sarıldı” cümlesini duymuyoruz.

Öfke anında elin gittiği yerde ne sakladığımız, aslında bizi tarif ediyor:

Kimi, cebinde mendil taşır, kanı silmek için.

Kimi, cebinde silah taşır, kan akıtmak için.

Son günlerde gazetelerin üçüncü sayfaları, haber sitelerinin ara satırları, hep aynı hikâyeyi anlatıyor:

– “Araç park etme meselesi, silahlı çatışmaya dönüştü.”

– “Alacak verecek tartışmasında silahlar konuştu.”

– “Kıskançlık krizinde dehşet saçtı, sonra intihar etti.”

Her haberde dikkat çeken ortak bir ayrıntı var: Kimse, o sabah evden çıkarken “Bugün birini vuracağım” diye çıkmıyor.

Ama silah evdeyse, arabadaysa, beldeyse…

Öfkenin önü kesilmiyor, tetiğin önü açılıyor.

Bir de işin görünmeyen psikolojik tarafı var.

Yoksulluk artıyor. Enflasyon, asgari ücretlinin, emeklinin, işsizin üzerine ağır bir basınç uyguluyor. Bir yanda borç, icra, kredi kartı limiti… Diğer yanda sosyal medyada her gün gördüğü “lüks hayatlar”; arabalar, markalı kıyafetler, mekanlar…

Gerçek hayatla ekran hayatı arasındaki uçurum büyüdükçe, insanın içinde iki duygu aynı anda kabarıyor:

Eksiklik ve öfke.

Bu öfke, çoğu zaman patrona, sisteme, yönetenlere değil; en yakındaki insana dönüyor:

Eşe, komşuya, ortağa, yoldan geçen yabancıya…

Silah, bu iç basıncı dışarı boşaltmanın “hızlı ve geri dönüşsüz” aracı hâline geliyor.

Bir kurşun, hem başkasının hayatını hem de tetiği çekenin hayatını aynı anda bitiriyor.

Geride, “şokta” olduğunu söyleyen akrabalar, “Çok iyi bir insandı, sinirlendi bir an” diyen komşular, yetim kalan çocuklar kalıyor.

Sis, burada devreye giriyor işte.

Görülmeyen şey şu:

Bu cinayetlerin hiçbiri “bireysel” değil.

Her tetiğin arkasında, toplumsal bir sis tabakası var:

Eşitsizlik, adaletsizlik, cezasızlık, mafyalaşma, şiddetin normalleşmesi…

Bir başka karanlık nokta: Çocukların ve gençlerin bu iklime maruz kalması.

Evde duvarda asılı bir tüfek, dolapta saklanan bir tabanca, “erkek olmanın” simgesi olarak anlatılan namlu…

Çocuk, bunu bir “eşya” değil, bir “hak” olarak kodluyor.

Elini, ilk önce topa, kaleme, kitaba değil; silaha uzatması tesadüf değil.

Bir gence kendini değerli hissettirecek bir proje, bir sanat dalı, bir spor sahası veremediğimizde; o genç değerini namlunun soğuk yüzünde aramaya başlıyor. Çünkü tetiği çekmek, kitap okumaktan daha kolay bir 'güç' illüzyonu yaratıyor.

Sonra şaşırıyoruz: “Nasıl olur da lisede, üniversitede, sevgili tartışmasında, sosyal medya kavgasında silahlar ortaya çıkar?”

Sisin içinde büyüyen çocuk, dumanı normal zanneder.

Biz yıllarca “uyuşturucuya hayır”, “trafik canavarı olma” kampanyaları gördük. Ama bireysel silahlanma konusunda aynı ciddiyette, aynı yaygınlıkta, aynı inatla yürütülen kampanyalar göremedik.

Devlet, bu alanı çoğu zaman “ruhsat yönetmeliği”ne indirgeyip geçti.

Oysa mesele, yalnızca kimin ruhsatlı, kimin ruhsatsız silah taşıdığı değil;

Bu toplumda “silahla iş çözmenin” ne kadar normalleştiğidir.

Peki ne yapacağız?

Sisli bir havada yapılacak ilk şey bellidir:

Hız kesersiniz, farları yakarsınız, takip mesafesini açarsınız.

Yani hem kendinizi hem başkasını gözetirsiniz.

Toplumsal sis için de benzer bir şey mümkün:

– Hız kesmek:

Şiddeti besleyen dilin hızını kesmek zorundayız. Televizyondaki mafya romantizmini, sosyal medyadaki silah övgüsünü, “namus temizleme” hikâyelerini normal bir şeymiş gibi yeniden üretmeye devam edersek, her birini bir sonraki tetiğin psikolojik hazırlığına dönüştürmüş oluruz.

– Farları yakmak:

Silahlı şiddetle ilgili sivil toplum raporları, “aşırı teknik” diye bir kenara bırakılacak metinler değil. Sadece 2024’te 2.370 ölüm, 3.829 yaralı…

Bu rakamları her yurttaşın bilmesi gerekiyor.

İstatistik, bu ülkede nasıl bir “gizli savaş” yaşandığını gösterebilir.

Görmediğimiz şeyi değiştiremeyiz.

– Takip mesafesini açmak:

Öfkenin, dilin ve mesafenin sınırlarını yeniden çizmemiz gerekiyor.

Bir tartışmada “ben sana gösteririm” demek, bir cinayetin önsözü olabilir.

Hiçbir mesele, bir insan hayatından daha değerli değil.

Ama biz, egomuzu, hayatımızın üzerine koyduğumuz sürece, silah en yakın “ikna aracı” olarak kalacak.

Ve en önemlisi:

Bireysel silahlanmayı, sadece “bireyin özgürlüğü” çerçevesinde tartışmayı bırakmamız gerekiyor.

Bu, kamusal bir güvenlik sorunu; tıpkı salgın hastalık gibi, tıpkı zehirlenen nehirler, kirlenen hava gibi.

Batman’da sis, birkaç gün sonra dağılacak.

Meteoroloji öyle diyor.

 

Ama bu ülkenin üzerine çöken görünmez sis, kendiliğinden dağılmayacak.

Çünkü o sis, havadan değil;

Biriken öfkeden, normalleşen şiddetten, cezasızlıktan ve “bana bir şey olmaz” rehavetinden oluşuyor.

Her tetik sesi, o sisi biraz daha yoğunlaştırıyor.

Ve biz, şunu sormadan bu sisin içinden çıkamayacağız:

Bu ülkede bir insanın hayatı, bir namlunun ucunda kaç saniyeye, kaç santimetreye indirgendi?

Cevabı biliyoruz aslında.

Görüş mesafesi 30 metreye düşmüş olabilir.

Ama vicdan mesafesini sıfıra indirmeden bu sis dağılmaz.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri