MEDENİ GÜNER

KOMŞU KOMŞU!

           Güven ilişkisi üzerine kurulu,  yardımlaşma ve dayanışmanın önemli olduğu, değişik sosyal kültürel yapıdan gelen insanların kaynaştığı, farklı ekonomik çevrelerden insanların birbirini dengelediği mahalle kültürünü de ne yazık ki yavaş yavaş kaybediyoruz. Küreselleşmeyle birlikte özellikle kent merkezlerinde güvensizlik, yalnızlık, yalıtılmışlık ve yeni yaşam ritüelleriyle komşuluk ilişkilerinin kaybolmaya yüz tuttuğunu üzülerek belirtmek isteriz.

 

Kentleşmenin beraberinde getirdiği zoraki mimari yapılaşmalar ile apartman  hayatına mahkûm edilmiş insanlar yalnız ve güven duygusundan yoksun bir şekilde yaşamaya zorlanıyor. Şehir hayatının dayattığı bu yeni yaşam formu, kültürleri, gelenek ve görenekleri de sarsıyor. Bu durumda her ne oluyorsa oluyor. Birbirine itimad edemeyen birbirini tanımayan insanlar, çocuklarını  bahçeye, sokağa çıkartamıyor. Kadınlar, komşu kadınlarla sağlıklı diyaloglar kuramıyor. Erkekler işten eve, evden işe bir iki kişi dışında koca apartmanda kimseyi tanımıyor, tanısa bile samimi komşuluk ilişkisini geliştiremiyor.

Bu durum, en başta çocuklara zarar veriyor. Çocukların sağlıklı bir ruh yapısına sahip olması için akranları ile sürekli oyunlar oynaması gerekiyor. Kadınlar dertleşebileceği, üzüntü ve sevinçlerini paylaşabilecekleri arkadaşlara ve komşulara ihtiyaç duyuyor. Hasta ve yaşlı insanlar ilgi bekliyor.

 

Dinimizde ve kültürümüzde sayısız söz ve nasihatlerde komşu hakları şiddetle tavsiye edilmiştir. Komşunun külüne muhtaç olmaktan tutun da peygamber efendimizin(s.a.v) “Komşusu aç iken tok yatanın bizden olmadığı” buyruğuna kadar. Rabbimiz nisa suresinde Anne babaya iyilikten sonra komşuya iyiliği emretmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlığın bozulmuş öğretilerinde bile komşuluk çok tavsiye edilmiştir. Matta İncili “Komşunu sev düşmanından nefret et.” diye tembih eder. 

 

Annelerimizin her Perşembe günü, bir tabak yemeği fakir komşusuna ulaştırması, ne güzel bir gelenekti. Mahallede, yetim çocuklar baş tacıydı. Çocuklar oyun için toplandıklarında, evvela yetimler oyuna alınırdı. Bayramlarda mahallenin yoksulu fakiri gözetilir. Zekâtların gideceği adresler belli olurdu.  Ayşe abla hastaneye gideceği zaman, çocuğunu Melahat Teyzeye bırakır giderdi. Ramazanda mis gibi yemekler yapılır, evin içi bütün mahalleli ile dolardı. Bu ikramlar, yardımlaşmalar sevinç içinde, gönül hoşluğuyla yapılırdı.  

 

Düşünebiliyor musunuz? Samimi komşuluk ilişkilerinin meydana getirdiği mutlu sosyal yapılar sayesinde toplumsal huzur ve güven ortamı kendiliğinden meydana geliyordu. Şimdi devletler parayla, eğitimle, teknolojik araç gereçlerle, basın ve medya kuruluşları  ile bu doğal huzuru inşa etmeye çalışıyor. İnsanların bozulan psikolojileri için rehabilitasyon Merkezleri açılmakta,  güven duygusunun tesisi için güvenlik harcamalarına milyonlarca lira akıtılmaktadır. Toplumdaki suç oranlarının sürekli artması da maalesef kişiler arası bu yalıtılmış gerçeklikten bağımsız düşünülemez.

 

İster mecburi,  ister tercihimiz sonucu oturduğumuz apartman dairelerinin fiyatları sağladıkları güvenlik derecesine göre artmaktadır. Meskenin site içinde duvar ve tel örgülerle çevrili olması, 24 saat güvenlik görevlisini bulundurması, kamera sistemleri, alarmlar bunların hepsi dairenin fiyatını belirlemektedir.

 

Köy ve kasabalarda şehir merkezlerine göre nispeten  komşuluk ilişkilerinin devam ettiğini söyleyebiliriz.  Mahalle kültürünün sıcak atmosferi tümüyle bitmiş değil. Galiba insanların yavaş yavaş köylere kasabalara yerleşmek istemelerinin bir nedeni de budur.

Sonuçta insanız ve birbirimize ihtiyacımız var. Sosyal bir varlık olarak yaratıldığımıza göre kapıları kapatarak hayatı çekilmez hale getiremeyiz.

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri