SELÇUK ÖZYURT

Allah bir gün bile seni utandırmasın

Uzun Boylu Bekçi, elindeki copu odasına koydu

Karlı ve soğuk bir kış günü...

 

Rüzgarla savrulan kar taneleri kapının önüne birikmiş, merdivenler buzlu basamak halini almıştı. Kontrolsüz yürüdüğün anda,

ayakların kayıp kıç üstü yere yığılabilirsin.

Uzun Boylu Bekçi, belindeki copu girişte bulunan ufacık odasındaki masanın üstüne koydu. Soğuk havada cop anlamsız

bir alete dönüşmüştü. Soğuk insanın midesine işliyor, vücudun

titremesine yol açıyordu.

İş hanının içindeki esnaflar mağazalarını kapatıp yavaş yavaş

evlerine doğru yola çıkıyorlardı.

Kalanlar son hazırlıklarını yapıyorlardı.

Hafta sonu olduğu için Cumartesi öğleden sonra iş yerlerinden ayrılıyorlardı.

Hava henüz siyaha bürünmemişti. Sokak lambaları, mağazaların vitrin ışıklarını bastıramadığı için gökyüzündeki sabit

yıldızlar gibi görünüyorlardı. Arabaların karlı yol üzerinde gitmeleri

kolay olmuyor, sağa sola kıç atıyorlardı. 

 

Şahin sokağın en eski adamı olarak kaldı

Bir sokak kedisi, park halindeki arabanın altında acı acı bağırıyordu… Caddenin tanıdık köpeği, sallana sallana çöpleri karıştırmaya gidiyordu.

Ayakkabı boyacısı Şahin, karlı havada bile milletin ayakkabılarını boyama derdine düşmüştü. Yine her zaman olduğu gibi parasız kalmıştı. Uzun yıllar gazetelerde hizmetli olarak çalışıp emekli

olmuştu.

Gazete binası yer değiştiği halde, o hiçbir yere gitmedi. Şahin

sokağın en eski adamı olarak kaldı.

Şahin özürlü olduğu için insanların koruması altındadır hep…

Mestan Bakkal kapatmak için dışarıya çıkardığı malzemeleri içeri

topluyor çabuk çabuk.

Camiinin imamı akşam ezanını okumak için, koşar adımlarla

ilerliyor.

Kendisiyle beraber camide bir sıra saf tutarsa eğer,

ondan iyisi yok.

Hafta içinde kalabalık olan cemaat, hafta sonunda asgariye

düşüyor. Çünkü buralarda aileler kalmıyor. Sadece hanların bekçileri oluyor geceleri. Bir de gece boyunca çöpleri toplamaya çalışan

belediye çalışanları ve polis ekipleri…

Çocuğu kucağında bir kadın belirdi kapının ağzında

Uzun Boylu Bekçi otomatik olan kapı kepenkleri kumandayla

yarıya kadar indirdi… Sonra “Hanı boşalt!” anlamına gelen iki ağız,

düdük çaldı. Düdük sesinden sonra iş hanında işlerini toparlamaya

çalışanların sesi duyulmaya başladı:

- Abi biraz daha idare et.

- Az kaldı, telefon gelecek.

 

- Malı hazırlıyorum, kargo gelecek.

Uzun Boylu Bekçi, içinden geçirdi:

- Bu laflarla en az iki saat daha sürer hanı boşaltma durumu…

Uzun Boylu Bekçi camekanlı odasına girip radyosunu açtı...

Halk müziği çalan kanalları aramaya başladı. Neşet Ertaş bestelerinden, tınılarından bir ses aradı. Bulamayınca kendi kendine

söyledi türküsünü:

- Gönlüm hep seni arıyor. Neredesin sen?

Uzun Boylu Bekçi, katı görünümlü bir adamdı

Uzun Boylu Bekçi, kapıya yönelen karaltıya baktı. Kafasını kapıya doğru kaldırdı… Çocuğu kucağında bir kadın belirdi

kapının ağzında. Kadının üzerinde cılız bir elbise vardı… Çocuğunu sıkı sıkı battaniyeye sarmıştı.

Uzun Boylu Bekçi bu manzarayı görünce:

- Utanmaz kadın! Bu çocuğu ne diye kış günü dolaştırıyorsun?

Kadın sessiz ve bitkin bir ses tonuyla cevap verdi:

- Ağabey açız! Gün boyu dolaştım, fakat kimseden bir kuruş

para almadım. Herkes “Allah versin’’ dedi. Çocuğum bugün

hiçbir şey yemedi. Evde hiç yenilecek hiçbir şey kalmadı.

- Ne diyorsun kadın?

- Eğer bir şey alamadan eve dönersem, bu çocuk perişan olacak.

- Bu soğukta ne geziyorsun dışarda? Kucağında çocuk!

- Ben kendimi düşünmüyorum, çocuğum için üzülüyorum.

Uzun Boylu Bekçi, Çocuklu Kadın’a doğru yaklaştı…

Çocuklu Kadın korkuyla, Uzun Boylu Bekçi’nin yüzüne

baktı… Uzun Boylu Bekçi, eliyle çocuğun yüzünü görmek için

bezi kaldırdı. Parmaklarıyla çocuğun yüzüne dokundu… İki yaşın-

 

da var ya da yok olan çocuğun yüzü buz kesilmişti. Gözleri yarı

açık uyuyor gibiydi…

Mavi gözleriyle, adeta dona kalmıştı.

Uzun Boylu Bekçi, dışarıdan bakıldığında katı görünümlü bir adamdı… Fakat yüreği karıncayı bile ezmeyecek kadar

merhametliydi. Uzun Boylu Bekçi, Çocuklu Kadın’a seslendi:

- Gir şu yazıhanede otur!

Çocuklu Kadın korktu:

- Abi evimiz çok uzak, hava karardı.

- Otur be kadın!

- Müsaade et, bir iki esnafa uğrayıp çıkayım abi.

- Ulan kadın!.. Cumartesi günü içeride bu saatte insan mı kalır? Herkes evine döndü.

- Bi dolaşsaydım…

Çocuklu Kadın camekanlı bekçi odasına girdi. Bulduğu sandalyeye oturdu. Masanın üstündeki cop onu korkuttu…

Uzun Boylu Bekçi, bir yandan camekanlı bekçi odasında ne

yapacağını bilmeden dolanıyor, diğer yandan da Çocuklu

Kadın’a laf yetiştiriyordu:

- İçeride kalanların kendine hayrı yok.

- Bi dolaşsam, belki çıkar.

- Dolaşsan da onlar sana zırnık koklatmaz.

- Olsun be amca!.. Belki birisi birkaç kuruş verir.

- Bunlarda para yok kadın!

- Bir ekmek parası, bir de süt parası alırsam yeter bana.

Çocuklu Kadın camekanlı bekçi odasındaki sandalyeye, iğreti

bir şekilde oturmuştu… Elektrik ocağından gelen sıcaklık, kundaktaki çocuğu hareketlendirdi.

Çocuklu Kadın ve Uzun Boylu Bekçi kısa süre hiç konuşmadan

durdular… Uzun Boylu Bekçi önce radyo kanallarıyla oynadı, sonra da radyoyu kapattı. 

 

Sonra birden bire ayağa kalktı… Dayanamayıp elini cebine attı. Cebindeki son para olan yirmi lirayı kadına verdi.

- Bacım al şu parayı, doğru evine git.

- Allah sizden razı olsun abi.

- Bu soğukta fazla dolaşma, doğru ev.

Çocuklu Kadın sevindi, hem de çok sevindi…

Gözleri fal taşı gibi açıldı. Parayı büzüştürüp koynuna soktu.

- Allah senden razı olsun. Allah bir gün bile seni utandırmasın.

Çocuklu Kadın kucağında çocuk, hiç arkasına bakmadan

uzaklaştı binanın önünden.

Belli ki, çok ihtiyaç sahibiydi.

Uzun Boylu Bekçi, Çocuklu Kadın’ın duasına kilitlendi kaldı:

- Allah bir gün bile seni utandırmasın.

Bu dua, Uzun Boylu Bekçi’nin yüreğine işledi… Dudaklarından

gayri ihtiyari bu duaya katıldı:

- Amin! Allah bir gün bile seni utandırmasın.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri