SELÇUK ÖZYURT

Karamsar değilim, kararsızlardan uzak duruyorum

Caddenin geniş tarafı olan kaldırımda üç-beş kravatlı adam ve arkalarında sırtlarını yola vermiş yağcı tabakası adamlar, önlerine toplanmış 20-25 kişiyle ayaküstü konuş-ma halindeydiler. 

Gelenin geçenin elini sıkıyorlar, 

hal hatırlarını soruyorlardı. 

 

Hemen önlerindeki masanın üzerinde, pişmaniye ku-tularını fark ettim. Bir delikanlı sürekli ikram halindeydi. Araya yoldan geçen çocuklar giriyor, rica ediyorlardı;

- Abi bana da versene. 

 

İster istemez ben de yanlarında durdum. Önümdeki in-sanların arkalarında durmak istedim.

 

Konuşan adam açık mavi bir takım elbise giyinmişti, bo-ğazında kravat yoktu ama yanındaki üç-beş kişi kravatlıydı. Ayakta duran yanımdaki gençlerden birine, sordum;

- Kim bu adam?

 

Yüzüme bakmadan konuşan genç, cevap verdi;

- Bu yeni ilçe başkanı. 

 

***

 

Kafamı yukarı kaldırdım… 

Teşkilat binası,

 buraya taşınmış. 

Zaten yeni kurulan bir parti. Daha önceki yerleri arka caddedeydi. 

Mecliste olmayan bir siyasi parti. 

Parti yeni ama liderleri eski sayılır. 

Memleketi kurtarmak için siyasi partiyi kurmuş. Liderle-rini televizyonlarda çokça dinlemiştim.

 

Topluluk ne oluyor burada diye merak eden insanlarla çoğalmıştı. Adamın sesini daha iyi duyabilmek için yakın-laşmak istedim. Önümde dikilmiş 3-5 kişinin arasından sıy-rılarak, tam adamın karşısına dikildim. 

Göz göze geldik. 

 

Kendisini bir yerlerden tanıyor gibi hissettim. Kesin bir yerlerde görüşmüşlüğümüz olmuştur. Çünkü çok tanıdık duruyor karşımda. Neyse pek kafamı kurcalamak isteme-dim.

 

***

 

Konuşmalarının başını yakalayamadığım için ağzından çıkan cümleleri dikkatlice dinlemeye koyuldum. O arada adamın ne dediğini hiç dinlemeyen vatandaşlar, bir kutu pişmaniyeyi alıp hemen uzaklaşıyorlardı. 

Yoldan geçen araçların korna sesinden adamın ne dediği de anlaşılmıyordu. İçlerinden biri, park etmiş minibüsün kenarında duran gence seslendi;

- Kutuları getir! 

 

Genç bir çırpıda arka kapıyı açıp, iki büyük koliyi masa-nın üzerine bıraktı. Diğer genç hemen koliyi açarak dağıt-maya başladı.

 

İlçeden tanıdığım büyük yaşlı abiler adamla selamlaştı. Bu zatlar ilçenin eski ve köklü müteahhitleriydi. Birisi beni fark edince sarıldık, kucaklaştık. Kendi kendime söylenme-den edemedim;

- Ben de bu ilçenin kurucu ailelerinin akrabasıyım. İyi kötü yazar olduğumu bilen çok büyük bir kitle var. On yıl ilçe-de kitapevi işletmeciliği yaptım. Bütün akrabalarım burada yaşıyor.

 

***

 

Konuşmacı adam devletimizin içinde bulunduğu yanlış politikaları, zamları, ekonomiyi başkaları tarafından kurgu-lanmış bir söz yumağıyla anlatmaya, kendisini ve parti programlarını ifade etmeye çalışıyordu. 

 

Bu gibi bilgileri vermek için herkesi, ilçe teşkilatının bu akşamki konferansına davet ediyordu. 

 

Sonradan gelen bir genç, elindeki broşürleri tek tek da-ğıtmaya başladı. Adamlardan biri, gence sitem etti; 

- Nerde kaldın oğlum?

 

Kâğıtların geç gelmesini belli etmemeye çalışsa da epey-ce öfkelendi.

 

Elime aldığım broşüre bakınca, meseleyi hemencecik kavradım. Onca yıl hükümetin içerisinde yer alıp, sonradan ne gibi menfaat ayrılıkları olmuşsa, partisinden ayrılan adamın partisiydi bu. 

Yeni kurmuş partiyi. 

İki yıllık var, yok. 

 

***

 

Aslında ekonomi politikalarını beğendiğim bir zattı. Ko-nuşma üslubu, ifadeleri hoşuma giderdi. Yıllarca devletin bakanlığını yaptı. Necmettin Erbakan’ın çok hoşuma giden bir sözü vardır;

- Bakandı doğru, fakat göremezdi!

 

Bir müddet daha adamı dinledikten sonra dayanamayıp araya girdim. Sabırlı davranamadım;

- Beyefendi sizin lideriniz on yıl boyunca bu partinin için-de, önemli kurullarında görevler yaptı, bakanlık yaptı. Üst düzey devlet adamı olmuştu. Bugün rahatsızlık duyduğu şeyleri o zamanlar neden ifade etmedi? Bizi on yıl boyunca niye kandırdı? Madem uygulanan politikalar yanlıştı, görev süresi boyunca neden isyan etmedi?

 

***

 

Adam suratıma baktı. Biraz esprili, biraz ciddi bir edayla cevap verdi;

- Her şeyin bir zamanı var kardeşim. Şimdi nasip oldu. O günkü şartlarda nasıl dile getirseydi? Sürdürülen yanlışlara devam etmemek için, zaten bugünkü oluşumların içine girmiş oldu.

 

Adama kendimce biraz söylendim;

- Keşke zamanında insanlara böyle yanlışlar oluyor diye ifade etseydi. Ayrılsaydı. Görev yaparken isyan etseydi. Belki bugün kendisini anlamak isteyen insanların sayısı milyonlar-ca olurdu. Şimdi ise meclisin içinde nasıl yer alırım diye uğraş veriyor. Kendisini destekleyecek kitleler bekliyor. Hâlbuki meclisin içindeydi, insanların gözünün önündeydi. İki yıl sonra tekrar partisine dönmeyeceği ne malum? 

 

Fakat bu ilçe başkanının yapacağı bir şey olmadığını, sa-dece formalite icabı başkan olduğunu bildiğim için ondan net cevap alamayacağımı çok iyi biliyordum.

 

***

 

İlçe başkanının canı sıkıldı… 

Fakat 

itici bir cevap vermedi. 

 

Nezaket kurallarını çiğnemedi. Yanındaki adamlar “hadi gidelim, ayrılalım” imasında bulunur gibi kaş göz işaretle-ri yaptılar. Zaten insanların çoğu yanımızdan ayrılmıştı. 

 

Adam elini bana uzattı, ismini söyledi. Kendimi tanıtmak zorunda kaldım. Kim olduğumu, kimlerden olduğumu söy-leyince onlarca tanıdık dostlarımız çıktı. Ortak tanıdıklar çoğaldı. 

- Buyurun ofise çıkalım, bir kahvemi için. 

 

Ama ben

 çıkmak istemedim. 

***

 

Evime dönüp kitaplarımın içinde vakit geçirmek istiyor-dum. Selamlaşıp ayrıldım. 30 yıldır yürüdüğüm caddeden geçerek tanıdık esnaflarla selamlaşıp eve çıktım.

 

Başkan bana, sormuştu;

- Niye karamsarsınız beyefendi? 

- Aslında karamsar değilim. Sadece kararlı bir siyasetçi göremiyorum. 

 

Ülkemizde seçmenin karamsar olması gerekirken, ne hikmetse seçilenler karamsar hallere bürünüyor.

 

***

 

Seçtiğimiz insanlar, bir müddet sonra transfer teklifi al-mış futbolcular gibi bir partiye geçiyor. Hâlbuki biz o insana partinin içinde iyi yerlere gelecek, bize hizmet edecek duy-gusuyla oy veriyorduk. 

- Demek ki parti liderlerinden başka, kimsenin hiç bir hükmü yok. 

 

Parti liderleri önümüze bir parti logosu koyuyor. İçerik, seçilenler, göreve getirilenlerin bir yaptırım gücü yok. 

- Her şeyi ben yaptırırım. O da kim oluyor? Bana söyle-meden hangi kararı almış acaba?” 

 

Böyle diyen kanaat önderlerinin olduğu ülkemizde biz sadece oy kullanmakla mükellefiz anlaşılan.

 

Seçtiğin adamın,

 orada ne kadar kalacağı belli değil.

 İçlerinden ağzı laf yapan birkaç siyasetçi çıktı mı, onun peşindeler.

 

***

 

Rahmetli Süleyman Demirel 1991 yılında Trabzon’dan Rize’ye geçerken, ilçemiz Araklı’da durmuştu. Toplanmış kalabalığa sesleniyordu. Ben de o topluluğun içindeydim. Siyasetten uzak kaldığı dönemlere vurgu yaparak konuşu-yordu;

- Ben yokken Karadeniz’e çivi çakılmadı çivi!

 

Bizler de var kuvvetimizle, 

ellerimiz çatlayana kadar alkışlıyorduk.

 

Ben şahsen, kasti olarak ülkemizi satan, uçuruma götü-ren bir başbakan göremedim. Yapamayan, beceremeyen, kararlar alamayan, hayata geçiremeyen, darbelere engel olamayan, askeri rejimlere oyuncak olan birçok siyasetçi çıktı. Terör örgütleriyle mücadele edemeyen, birçok devlet adamı oldu. Fakat kötü niyetli, kasten hainlik eden bir dev-let adamımız olduğuna inanmıyorum. 

 

Zaten halkımız yanlış bir karar vermiş olsa bile, bir za-man sonra herkesi değiştirecek güce sahip.

 

***

 

Türkiye’de siyasetçiliğin altın kuralı; paralı bir adam-san, senin aldığın eğitim düzeyi çok önemli değildir. Partiye para yardımı yapıp teşkilatı kalkındırma becerin varsa, çev-rende dolaşacak, seni pohpohlayacak olanları belirleyebili-yorsan, teşkilatlarda, mitinglerde bulunuyorsan, peşinden kalabalıklara hükmedebiliyorsan, parti içi siyasetçilerle iyi ilişkiler içindeysen yerin sağlam demektir. 

 

Diğer geçerlilikler bu sayfalara sığdıramayacağım binler-ce hadiseler… Diğer sebeplere göre seçilenler de olmuştur elbette.

***

Evime çıktım, odama girdim. Raflarda okuyacak eser aradım. Yirmi yıl önce okuduğum kitabı tekrar okumak iste-dim. 1940’lı yılların başında yazılmış Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” isimli kitabını tekrar okudum.

 

İnsan ruhunun derinliklerinde hangi çetrefilli düşüncele-rin peydahlandığını o kadar güzel ifade etmiş ki, romanı insanın tekrar başa alıp defalarca okuyası geliyor.

 

Çıkar, menfaat, yükselme, bir yerlere gelme arzusu hiz-met duygusunun önüne geçiyor. Yurdu için, insanı için mü-cadele eden sözüm ona insanların birçoğunun derdi, kendi nefsi arzuları.

 

Belki birkaç iyi niyetli insan vardır içi hizmet aşkıyla do-lan, fakat az ve sınırlı sayıda.

 

Umarım bir gün az ve sınırlı sayıda olan kaliteli in-sanların sayıları çoğalır. Devletimizin, halkımızın buna çok ihtiyacı var.

 

Allah bizi sırf kendi arzuları için çalışan devlet adamla-rından, aydınlardan, sanatçılardan, meslek sahiplerinden korusun.

 

***

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri