PROF.DR.ŞEMSETTİN DURSUN

AİDİYET DUYGUSU

Varlık dünyasındaki her bir varlığın bir aidiyeti vardır. Bir yere aittir. Ait olduğu yer, onun için bir mekândır. Bu mekân, yaratılışa uygun bir yer ise, o varlığa bir katma değer katar.

 

Mekân, kevn ve kâinat sözcükleri aynı kökten gelen kavramlardır. Mekân, "yaratılmış varlığın" yeri anlamına gelirken, Kevn, "yaratılmış varlık" ve Kainat ise, "Evren" demek olan bütün bir varlık âlemi demektir.

Mekân, kevn ve kainat arasında böylesi güçlü bir akrabalık bağı vardır.

Her bir varlığın ait olduğu bir mekan vardır. Her bir mekan da, kainatın bir alt kümesi olduğundan, her bir varlık, aynı zamanda kainatın bir elemanı olur. Bu bağlamda, her bir varlığın aidiyeti makro planda evrene aittir.

Bir varlık, bir yere ait olunca bir anlamı olur. Bir çekirdek ya da bir tohum tek başına bir yere ait olmayınca, tüketilip atılacak bir nesne iken, ait olduğu yere ekildiğinde bünyesinde barındırdığı potansiyel, açığa çıkar ve sonuçta bir ağaç, bir fidan ya da bir bitki şeklinde kendini gösterir.

Aidiyet, bu manada varlığı büyütür. Aidiyetini kaybeden, ait olduğu toprakla bağını koparan bir "ağaç", artık bir ağaç değil, olsa-olsa bir " kütük " olur.

 

Bir Sperma hücresi, ait olması gereken yerde değilse, yani aidiyetini kaybetmişse, o bir atık sudur. Bu hücre, ait olması gereken yerde olursa, "Küçük Evren" demek olan insan için bir tohum olur.

Canlı organizmalardaki en küçük yapı taşı demek olan "hücre" ler arasında bir iletişim söz konusudur. Canlı organizmanın hayatiyetini sürdürmesi için, ölmesi gereken ve doğması gereken hücreler vardır. Eğer, doğması gereken hücreler doğuyor, fakat ölmesi gereken hücreler ölmüyorsa, ölmeyen hücreler, aidiyetini kaybetmiş "Kanserli Ur"u oluşturur. Bir hücre aidiyetini kaybetmişse, o canlı organizmada dengesizlik ve uyumsuzluk oluşmuş demektir. Dengesizlik ve uyumsuzluk, aidiyetin yokluğu halidir.

Aidiyet ilkesi, sosyal bir varlık olan insan için oldukça önemlidir. İnsan, ait olduğu yerde durunca ve durduğu yerdeki görev ve sorumluluklarının bilincinde olursa, toplumsal yapı güç kazanır. Aksine, yerini ve aidiyetini kaybeden insan, içinde bulunduğu toplumsal katmanda adeta kansere dönüşür.

 

Aidiyetin, görev ve sorumluluğun bilincinde olan insan, Yeryüzünü imar ve inşa eder. Günümüz dünyasında, insanlığın varlığını ve geleceğini tehdit eden, aidiyetini kaybetmiş ve ölümcül kansere dönüşmüş insandan başkası değildir.

Aidiyeti olmayan kişi bir "şahıs" iken, aidiyeti olan kişi, bir "şahsiyet"tir. Aidiyeti olmayan bir "birey" sadece kendisini temsil ederken, aidiyeti olan "birey", birey olmaktan çıkıp, içinde bulunduğu toplumsal katmanı temsil eder. Adeta O, tek başına bir "toplum"dur.

Aidiyeti olmayan iki kişi toplamda 2’dir. Aidiyeti olan iki kişi toplamda 11’dir. Çünkü iki tane bir, yan-yana durunca 11 olur. Bunda aidiyet duygusu vardır. Aidiyeti olmayan üç kişi toplamda 3 iken, aidiyeti olan üç kişi, toplamda 111 olur.

Bireye şahsiyet kazandıran aidiyet duygusu, toplumun tüm pozitif yanlarından yararlanarak bireye ve topluma katma değer katar.

Aidiyet duygusu, Biz-merkezci anlayışı kazandırır. Bu anlayış, toplumsal bilinç oluşturur.

Aidiyeti olmayan bireylerde, Ben-merkezcilik ve bencillik hakimdir. Bu yaklaşım tarzında, toplumsal bilinçten söz edilemez.

Aidiyet duygusunda, Denge-Uyum-Hudud (sınır) vardır. Bu bağlamda aidiyet duygusunda haddini-hududunu ve kendini bilme vardır.

Aidiyeti olmayanlarda hiçbir sınır ve sorumluluk yoktur. Sınırları ve sorumlulukları olmayanlar, aidiyeti olmayanlardır. Dolayısı ile kendini, haddini ve hududunu bilmezler. Kendini bilmeyenler, Rablerini de bilmezler.

Sınırlarını ve sorumluluklarını bilenler aidiyet bilincinde olanlardır. Onlar hem kendilerini hem sorumluluklarını hem de bütün bir varlık dünyasını yaratan Rablerini bilirler.

 

Aidiyet duygusu ile hareket edenler, ilkelere ve kendilerini var eden değerlere bağlıdırlar. Kişilere bağlı olanlar, kişiler ölünce aidiyet de sona erer. Ancak "İlkeler ve değerler", yaratıcının evrende yarattığı evrensel yasalara bağlı olduğundan, aidiyeti bu “değerler ve ilkeler” olanların şahsiyetleri bu çerçevede değerlendirilir.

Aidiyet duygusunda katılım vardır. Katılım yük almaktır. Yük olmak değildir. Aidiyet duygusu kişiye şahsiyet kazandırdığı gibi, onu aktif özne yapar.

 

“Değerler ve ilkeler” merkezli bir aidiyeti olanların bir duruşları ve kişilikleri olur. Makam, mevki ve kariyerin nesnesi değil, öznesi olurlar. Makam ve kariyer onlara şahsiyet kazandırmaz. Onlar, sahip oldukları makam ve kariyeri onurlandırırlar.

 

Çağımızda insanımızı tehdit eden en önemli tehlikelerden biri de yalnızlaşmadır. Yalnızlaşanlarda aidiyet duygusu körelmiştir. Akıllı telefonlar, internet ve ileri teknolojik araçlar, hayatı insansızlaştırmakta ve insanı da yalnızlaştırıp aptallaştırmaktadır. Modern teknolojinin bu nimetlerini kullanmayalım demiyorum, kullanalım ancak onlara sahip ve hâkim olalım, mahkûm ve ait olmayalım. Aidiyet duygusu bu bağlamda insanları yalnızlaştırmaktan kurtarıp toplumsallaştırmaktadır.

Aidiyet, tohumu ağaç, hücreyi insan yapar.

Aidiyet duygusu, insanı şahıs olmaktan kurtarıp şahsiyet kimliğini kazandırır.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri