PROF.DR.ŞEMSETTİN DURSUN

İNSANLIK İÇİN ROL MODEL DOSTLUK (2)

Hz. Ömer (r.a.) ile Hz. Selman-ı Fârisî (r.a.) arasındaki bütün bir insanlığa örnek olabilecek o kadim, kalbî ve sahih dostluğa bir göz atalım.

 

Hz Ömer, Kureyş’in ulularından güçlü, kudretli bir kişiliğe sahip. Cahiliye döneminde Hz. Peygamberi öldürmek için yola çıkmış, ancak Hz Peygamberin, “Allah’ım! Bu dini iki Ömer’den biriyle Aziz kıl.” duasına nail olmuştur. Sezai Karakoç bu muhteşem tablodan yola çıkarak, “İslam’ı öyle diri ve canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen, sende dirilsin.” demiştir. Daha sora bütün müminlerin emiri olacak halife Ömer; diğer taraftan uzak memleketlerden Medine’ye gelmiş bir garip, bir köle ve Hz. Peygamberin nakdi yardımıyla azat edilmiş bir şahsiyet olan Hz. Selman, İslam nizamının pınarından beslenmeyen toplumsal katmanlarda, bırakın dostluğu, böyle bir ikilinin aynı ortamı paylaşmaları mümkün değildir. Ama İslam ile müşerref olmuş bu iki şahsiyetin aynı ortamı paylaşmaları, kucaklaşmaları ve dost olmaları gayet doğaldır. Zira bu nizamda; servet, iktidar, güç ve benzeri farklılıklar üstünlük sebebi değildir. Burada belirleyici olan ancak “Takva” dır.

 

Bir gün Mescid-i Nebevide, bir grup sahabî halka yapmış oturuyorlardı. Seçilen mekân, muazzez ve mukaddes bir mekân; ancak cahiliye döneminden kalma asabiyet kalıntılarını taşıyan ve Hz Selman’dan hoşlanmayan birisi, Hz. Selman’ın onlara doğru geldiğini görünce, onu tahkir etmek ve aşağılamak için bir tertip kurmak ister. Hz. Selman halkaya katıldıktan sonra, Hz Selman’ı aşağılamak isteyen kişi, yanındakilere hitaben, “Nesebiniz, soyunuz sopunuz nedir?” diye sorar. Bu sorunun muhatapları da, “Ben, Mudar kabilesindenim, falan oğlu falanım; dedem şudur, Onun babası da şudur.” der. Bir başkası, “Ben, Temim kabilesindenim”, bir diğeri, “Ben, Hazrec kabilesindenim”, bir başkası, “Ben, Kureyş’tenim” diyerek, soylarının yüceliğini, aşiretlerinin büyüklüğünü kanıtlamaya çalışırlar. Artık sıra Hz. Selman’a gelmiştir. Onu tahkir etmek ve aşağılamak isteyen kişi, Hz. Selman’a dönerek, “Ey Selman, senin nesebin nedir, nerelisin ve hangi kabiledensin?” şeklinde sorular sorar. Büyük bir vakar ve onurla İslam Nizamının temelini teşkil eden Tevhid inancının adil ve eşitlikçi anlayışını haykırırcasına, “Ben de İslam oğlu Selman’ım! Ben delalette sapıtmış bir insandım; Allah beni Muhammed Mustafa (s.a.v.) ile zenginleştirdi; ben basit bir köleydim, Cenâb-ı Hak beni Muhammed Mustafa ile özgürlüğüme kavuşturdu. Benim soyumu sopumu öğrenmek mi istiyorsunuz? Ben de İslam oğlu Selman’ım.” Bu diyaloğu uzaktan izleyen Hz. Ömer, büyük bir heyecan, vakar, onur ve erdemle, bütün bir insanlığı uyandıracak şu tarihi sözü sarf eder: “Benim de soyumu sopumu, nesebimi öğrenmek mi istiyorsunuz? Ben de İslam oğlu Ömer’im ve İslam oğlu Selman’ın kardeşiyim.” Bütün cahiliye kalıntılarını, soy sop, kabile anlayışlarını ayaklar altına alan, bütün bir insanlığın muhtaç olduğu o sahih, doğal ve fıtratın gereği olan İslam tasavvuru işte budur.

 

İslam oğlu Ömer ile İslam oğlu Selman’ın bu kardeşliği, insanlığın yegâne kurtuluş reçetesidir. Her türlü ırkçılığı, bölgeciliği, cinsiyetçiliği reddeden İslam, Evrensel İslam kardeşliğini tesis etmeyi amaç edinir. İslamoğlu Ömer halife olunca, kardeşi olan İslam oğlu Selman ile birlikte Fars illerindeki insanları İslam’la şereflendirmek üzere sefere çıkarlar. Azad edilmiş bir köle ile bir Kureyş önderinin kardeşliği, insanlık ailesi için en büyük armağandır.

 

Hz Ömer bir konuşmasında şunları söyler: “Bizler cahiliye dönemindeyken, dünyanın en rezil milletiydik. İki süper güç olan Pers İmparatorluğu ile Bizans İmparatorluğu arasında hep zulme uğrardık. Gelen döverdi bizleri, giden döverdi. İslam geldi, ona tutunduk; dünyanın en aziz Milleti olduk.” Gerçekten de İslam’la müşerref olduktan sonra, Müslüman Arapların önderliğinde kurulan İslam Devleti, bugünkü İspanya’dan Malezya’ya kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürdü ve dünyanın en güçlü ve istikrarlı devleti oldu. Aynı şekilde İslam’a tutunan, İslam’ı bir hayat nizamı olarak kabul eden Kürtler; Selahaddin’i Eyyubi önderliğinde ve Türkler de Sultan Alpaslan, Ertuğrul Gazi ve Fatih Sultan Mehmet gibi önderlerin önderliğinde dünyanın en Aziz milletleri oldular. Günümüzde, İslam’dan uzaklaşıldıkça İslam ülkelerinin küçülmeye ve başka devletlerin hegemonyası altına girmeye başladıkları bir vakıadır. Bir örnek vermek gerekirse hâlihazırda Arapların onlarca devleti olmasına rağmen, dünyada etkisiz eleman oldukları bir gerçekliktir.

 

Türkler, Kürtler, Araplar ve Farslar başta olmak üzere Müslüman halklar; İslamoğlu Ömer ile İslam oğlu Selman’ın kardeşliği gibi bir İslam kardeşliğini tesis ederek yeryüzünde Aziz olmayı başarırlar. Bugün de İslam’ın çocukları olan Kürtler, Türkler, Araplar ve Farslar el ele vererek, emperyalizmin bütün hortumlarını keserek, mazlum milletlerin, sömürülenlerin umudu haline gelebilirler. Bu potansiyel bizlerde var. Bütün mesele bu potansiyeli kinetiğe dönüştürerek umutları yeşertmektir. Çağımız İslam’a gebedir. Aziz olmak için dört elle İslam nizamına sarılmak durumundayız. Halkları aziz kılan İslam’dır. İslam’a tutunan, sarılan ve İslam’ı bir Hayat Nizamı olarak kabul edenler aziz, İslam’dan uzaklaşanlar rezil olur. Gün, aziz olma günüdür.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri