DR.MEHMET NAİM BOZ

BEKLE...

BEKLE GEBERMEDİN YA!

 

1989 yılının Aralık ayı, Medine-i Münevvere de Yüksek Lisansın ilk yılındayız,  o dönemde Usûlü’d-Din Fakültesinde okuyan aslen Cezayirli olup, Fransız vatandaşı Muhammed isminde bir arkadaşla çok yönlü sohbet ve muhabbetlerimiz oluyordu.  Bu muhabbetlerden biri de gençlik işte Paris’te Sorbonne Üniversitesinin şarkiyat bölümünde Yüksek Lisans ve Doktora yapmaya beni ikna etti. 

İkna etti etmesine ama kararsızlık var, kafada bin bir fırtına esiyor… Hele hele Medine-i Münevvere’yi bırakmak, Tabiri caiz ise elin gâvur memleketinde hayat nasıl, geçim nasıl olacak, birde biriktirdiğimiz üç-beş kuruş para yeter mi yetmez mi? (Allah’tan başka maddi destek verecek kimse yok),  Vize nasıl alınacak vs… Derken gitmeye niyetlendik… Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindeki Fransa Konsolosluğundan bin bir takla ve dalavereden sonra ancak turistik vizeyi alabildik. 

Biletleri Olympic havayolları (Yunan) ile o gün için en ucuz olarak bulduk.  Maceralı bir o kadar da belirsiz ve umutsuz bir yolculuğu başladık. 

 

Kar gibi beyaz bulutlar üzerinden uçuyoruz, uçuştan bir süre sonra ikramlar geldi, (Batman’ın, Gemlik’in saf temiz ortamından Güzeller Güzeli Maneviyatın Başkenti, Gönüller Sultanın huzur iklimi Medine şehrinden,)  elin gâvur memleketine hem de yunan havayolları ile ikramlar dedik ya!  Yemekten hoş olmayan alışkın olmadığımız garip bir koku geldi burnumuza, şüphelendik (dakika bir gol bir),  yemedik sorduk meğerki domuz eti karışımlı bir menüymüş. 

Müslüman olduğumuzu söyleyince hemen kibarca “sorry” deyip alıp başka bir şeyler getirdi. Aktarmalarla birlikte yaklaşık 10 saatlik heyecanlı yolculuğumuzdan sonra Paris-Orly havalimanına iniyoruz.

Medine’deyken kendi aramızda anlaşmıştık Orada işimizi rayına koyuncaya kadar Muhammed arkadaşımın evinde kalacağız. Muhammed arkadaşın evine doğru yola çıktık. Metro’ya biniyoruz. 

Yeraltı Metro’sunu ilk orda gördük ve bindik. Paris’in Vitry semtinde kaldık. (Tren deyince hep aklıma çocukluk yıllarımda Batman-Diyarbakır arası kara tren geliyor. Sabah namazında Batman istasyona gelip öğleüstü Diyarbakır’a varıyoruz. Benden büyükler ve yaşıtlarım kara treni iyi hatırlarlar.)  

 

 Bir gün dinlendikten sonra Sorbonna üniversitesinde işlemlere başladık. Doğrusu işler beklentimizden daha iyi gitti. Kaydımızı yaptırıp öğrenci vizesi onayını da aldık.

  Asıl mesele geçim kaynağı, nasıl geçineceğiz, öğrenci vizesi ile çalışmak yasak, ancak gizli denetim olmayan kenar ve kuytu yerlerde çalışabilirsin. 

Arkadaşımın babasının öncülüğünde İslam âlimi Prof. Dr. Muhammed Hamidullah hocamızla tanışma nasip oldu. 80 yaşlarında, fiziki olarak tartılsa belki 50 kg ağırlığında, konuştukça manevi ve bilgi ağırlığının karşısında saygı duymamak mümkün değil. Nur yüzlü daha önce ismini duymuş kitaplarını okumuşuz ama yüzleşince çok etkilenmiştim. Durumumuzu anlatınca sağ olsunlar kalma konusunda yardımcı olabileceğini söylediler. ( Cenab-ı Allah rahmet eylesin). 

Maddiyat konusu sıkıntılı olacağı kesindi… Öğrenci vizesi ile çalışmak yasak olduğu için… Orada Bup’lar çok yaygın (yanılmazsam Birahaneler gibi), Bup’larda bulaşıkçılık yapıp harçlığınızı çıkarabilirsin dediler… 

Çalışacağımız yer olan Bup’lara gitmesine gittik ama içerisi hayatımda görmediğim karşılaşmadığım farklı bir âlem… Kimse kendi de pek değil sarhoş desen değil, ayık desen hele hiç değil… Neticede burada bulaşık yıkayarak geçimi sağlayacağımızı, ileride dil öğrenince ve Yüksek Lisans bitince farklı işler karşınıza çıkabilir dediler… 

Dediler demesine ama benim burada geçen on-onbeş dakika da beynim allak bulak oldu,  kimyam bozuldu, bilmem ama eminim fiziğimde perişandı. 

 

Oradan çıktık çıkmasına kendi kendime düşündüm Naim sen Aziz Peygamber Büyük önder Hz. Muhammed’in  (s.a.v.)  şehrinde üniversite okudun helal haram öğrendin burada çalışıp,  bu biracıların bulaşığını yıkayacaksın kıyamet günü nasıl hesap vereceksin…

 O anda tekrar Medine’ye dönmeye karar verdik, gelmişken bari bu memleketi kalan günlerimiz de gezip tanıyalım…

Bu köşe yazıyı yazmamızın asıl sebebi bundan sonrasıdır. Günlerden bir pazar günü Paris’in dışına çıktık Muhammed arkadaşımla derken belde gibi (hatırladığım kadarıyla Vinay) bir yere vardık, gayet güzel bir yer,  uzaktan bir kilise görünce oraya gidelim dedik ( tüm yurt dışı gezilerimizde gittiğimiz ülkenin mabetlerine mutlaka gidip görüp konuşup bilgi alıp, ayinlerini izlemişizdir ). 

İklim kış hava soğuk aylardan ocak, kilisenin etrafında gezdik kapalı gibi geldi, ihtimal içerdeki kişi bizi fark edince kapıyı açtı, tahminen o gün için ortalama 75-80 yaşlarında bir beyefendi, tabi ki birbirimizi tanımıyoruz. İçeri girmek için izin istedik bizi içeri alıp hemen kilisenin girişinde oturulacak bir yerde bizi ağırladı. Hoş muhabbetten sonra biraz dertli gördük.

Sebebini sorunca bakın bugün günlerden pazar hiçbir genç kilisede yok. Fransa gençliğini gittikçe inancından uzaklaştırıp, ateist yetiştirip, ruhsuz, inancına duyarsız bir nesil yetiştiriliyor özünden uzaklaştırılıyor dedi. Adam çok dertli… Ve devam etti bakın Fransız kadının mazisine göre giyimindeki haşmet ve görkem de kalmadı… Fransız kadını eskiden güzel giyinirdi kıyafetleri hoştu şimdi ise bakın daracık yarısı açık elbiseler… Dinimize göre kadının olması gereken yerden başka bir yerin içine çektiler buna da modernlik adını verdiler... Bunlar belli bir plan içinde yapılıyor… Karşı koymak isteyen seslerde cılız kalıyor…  

Dikkatimizi çeken müthiş bir cümle (bunlar belli bir plan içinde yapılıyor), - Arkadaşım tercümanımız nasip genellikle biz tercümanlık yapardık ama Fransa’da bizim tercümana ihtiyacımız oldu- adam konuştukça bilgili olduğunu konuşmalarında davranışlarında belli ediyordu. Muhabbet gayet iyi seviyeli ve biraz da duygusal gidiyordu.

 Acaba papaz mı diye merak ettik olmadığını söyledi, kimse gelmeyince papaz da geç geliyor dedi.  Müslüman olduğumuzu, okumak için geldiğimizi ama bazı sebeplerden dolayı geri dönmeye karar verdiğimizi söyleyince, başını hafif önüne eğerek kalmak veya gitmek sizin tercihiniz ama özünüzden kopmayın… 

 

Muhabbetimizi özetleyecek olursak; niye kilisede kimse yok bunu nasıl değerlendirirsiniz sorumuza gayet mantıklı güzel cevabı şöyle oldu: bakın gençler! Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra içinde yaşadığımız bu yüz yıla İngilizlerle birlikte Yahudiler el atmış her biri bir taraftan dünyaya istikamet verip yönetmeye çalışıyorlar…

 Kendi dinlerinin dışındaki tüm dinlerin gençlerini inançlarından uzaklaştırmak için ne gerekiyorsa yapıyorlar ve yapacaklar… Merak etmeyin bunlar Avrupa’dan başlayıp her tarafa yayılıyorlar… 

UNUTMAYIN sizin ülkenizdeki dinine bağlı bugünkü gençlikle 30 yıl sonrası aynı olmayacaktır… Bunu gerçekleştirmek için medya aracılığı ile ne gerekiyorsa yapıyorlar ve yapacaklardır. Konuşmaları önemli ama biraz abartıyor gibi gelse de adamla muhabbet hoşumuza gitti, bir şeyler almaya çalıştık.

Sorularımızdan biride;  Gezdiğimiz yerlerin sokakları, caddeleri, arabaların içinde her tarafta nerdeyse insan sayısı kadar köpek görmek mümkündür. Hemen hemen gezip gördüğümüz yerlerde bebeğiyle gezen tek bir çifte denk geldik… Hiç görmediğimiz,  şoklama yaşadığımız manzaralardan bir tanesi de bu. Buna ne dersiniz, bakış açınız ne? Neden böyle? 

Bu soruyu sorduk, ama sanki adamın can damarından vurduk, üzüldü gözleri doldu ve devam etti; Bakın gençler bu gördüğünüz manzara ve yaşanan durum planlı bir Yahudi oyunudur… Hayvan sevgisi, hayvan hakları falan hikâye, kadın ve erkek arasındaki sevgi saygıyı yok etmek, neslin devamını kontrol edip nüfusu azaltmak için yapılan planlı bir projedir…

 Merak etmeyin hayvan sevgisi gibi masum kelime oyunları ile 20-30 yıl sonra sizin ülkenizde de çocuk doğurmamayı veya bir çocuk yeter fikrini topluma benimsetecekler, buna karşılık insanlara köpek sevgisini evde beslemeyi sokak ve parklarda gezdirmeyi teşvik edecekler… Televizyonlarda sanatçı ismi altında bayanların kucağına köpekleri vererek programlara çıkaracaklar, işte o zaman bu projenin ilk temeli olduğunu unutmayın… 

 (Şimdi ister istemez insanın aklına muhterem ve saygı değer devlet başkanımız (Reis) bu tür plan ve projelerden mutlaka haberdar oldu da mı en az üç çocuk yapmayı teşvik ve tavsiyede bulunuyor.) 

Ortalama yirmi altı yaşındaydık, Bu gibi düşüncelerin yanı nüfus planlaması vb. gibi durumların bir dünya Yahudi oyunu olduğunu rahmetli Erbakan hocamızdan duyuyorduk. Ancak Fransa gibi bir ülkede bir kilisede duyacağımız müthiş sözlerdi… Bazen geçmişi düşününce belki de Fransa’ya gidişimizden edindiğimiz tecrübelerden en anlamlısı buydu bence…     

Çok söze hacet kalmadı sanıyorum… Arada geçen yıllar özellikle bazı medya yayınlarının teşvik edici reklamlarıyla 30 yıl önce Fransa’nın Cadde ve sokaklarında adım başı gördüğümüz o köpek gezdirme, kucağa alma şimdi büyük şehirlerimizde maalesef çokça şahit oluyoruz… Genç nesille birlikte görünüşte yaşını başını almış kocaman insanlarında elinde tasmalı köpekleri görünce ve Fransa da yaşadıklarımız ve bir kilisede konuştuğumuz bilge insanın sözüne katılmamak mümkün değildir.   

Hala şoklamasını yaşadığımız iki olayı çok kısa olarak sizlerle paylaşacağım…

 

Bir gün yaşadığım şehir Gemlik’te yolda yürürken bir bayan elinde köpeği, anlaşılan köpeğini evden hava aldırmaya çıkarmış, bayan onu çekiyor köpekte gitmemeye direniyor, daha önceleri köpeğe yavrum diyenleri çok duyduk ancak köpeğe gel anam, gel anam demeyi ilk duymuştum... Kim bilir elindeki köpeğe verdiği değeri annesine verseydi dünya ve ahireti mutlu olmasına vesile olurdu, bu birincisi. 

İkinci olay ise bir yaz günü bir esnaf kardeşin iş yerinin önünde çay içiyorduk. Son model bir Cherokee Jeep kaldırıma yanaştı. Şoför koltuğundan her tarafı dövmeli Amerika güreşlerinde güreşen o koca cüsseli adamlara benziyordu. İndi aracın sağ ön kapısını açtı köpeğe gayet nazikçe gel yavrum dedi, kucağına alıp kapıyı kapatıp gidecekken, arka koltukta arka camı biraz indirip gayet güzel yüzlü ve masum çocuk beni bıraktın baba der demez otur bekle gebermedin ya! Şimdi geleceğim. 

Bu ruh halindeki bir çocuğun kim bilir iç dünyasında ne fırtınalar kopuyor. Kendisini ifade edebilse kim bilir neler anlatacak.   Eminim hayatında hiç arabaya binemeyen binlerce çocuk ondan daha şanslı ve daha mutludurlar… Cherokee Jeeb’e binse ne yazar…

 Nutkum tutuldu, öz evladına gebermedin ya deyip köpeğe gel yavrum diyen bir insana ne cevap verilir bilemedim ancak bu çocuk mutlaka okula gidiyordur. Bu gibi ruh halindeki çocuklara dünyaya yön veren eğitimciliğin o merhamet ve şefkat dolu yüreği devreye girip biraz eğitip mutlu edebilirse ne ala… Eminim sizler de toplumda günlük hayatta şahit olduğunuz buna benzer olaylar çok vardır. 

Yüce Allah insanı eşrefi mahlûkat olarak yaratmıştır. Varlıklar arasında insandan daha üstün ve mükemmel bir varlık yoktur. İnsan insandır, hayvan hayvandır. İnsanı sevmek dinimizin emridir. Hayvan sevilmez fakat Hz. Peygamber’in  (s.a.v.) buyurduğu gibi yerdekilere –hayvanlara- merhamet edin ki (acıyın ki) gökteki de ( Allah’ta ) size acısın. İslâm hayvan haklarını hayvana merhametle yaklaşmayı onu korumayı 1400 yıl önce emrederken, hayvan ile insanı da asla aynı kefeye koymamıştır… 

 

 Not:  Sonunda ölüm ya da hapis olduğunu bilmelerine rağmen Müslüman Hintliler, Birinci dünya savaşında Müslüman Osmanlı devletine karşı İngilizlerin emri altında savaşmamak için hayatlarını feda ettiklerini, itiraz edenlerin kurşuna dizildiklerini kısa bir süre önce internet haberlerinde okuduk. Bu yazımızın konusu ile pek ilgisi olmamakla birlikte O kahraman Hintli Müslümanları saygı minnet ve rahmetle yâd ederiz. Rabbim taksiratlarını af eyleyip cennetiyle yargılasın. Onları Osmanlı’ya karşı savaştırmak isteyenlerin de mekânı cehennem olsun İnşaAllah.

 

Selam ve Dua ile…

 

 

 

 

  

1 Yorum

Kerim Nişancı

Kerim Nişancı

19 Aralik 2021
Hocam yürğine sağlık .Allah razı olsun

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri